Sabretmek zordur insan için. Zaman geçmek bilmez; dakikalar gün olur, günler ise yıl gibi gelir insana.
Yüce kitabımızda buyrulduğu gibi, ‘Allah sabredenleri sever.”
İnsandan gelen ve sabır gerektiren konularda ise sabrın elbet bir sonu ve sınırı vardır.
Bir yere kadardır yani.
Haksızlığa uğramak, iftiraya maruz kalmak, zulüm görmek gibi hâllere sabretmek.
Tahammül sınırlarının zorlandığı,gönlünüzde büyük kedere, derin acılara sebep olan durumlar karşısında sabretmek.
Makamlarını kişisel düşmanlıkları için kullananlara, ne oldum delisi olanlara sabretmek.
Gücün etrafında yer alıp dostluğunu, insanlığını unutanlara sabretmek.
Bir saniyesine bile hakim olamadığımız dünya için,dünya kadar fırıldak olanlara sabretmek.
Hiç ama hiç kolay değil.
“Sabrın sonu selamet” diyerek sabretmesini bildik bugüne kadar.
Çinlilerin Bambu ağacına gösterdiği sabrı gösterdik.
Ektik, suladık, gübreledik.
Unutmadık, vazgeçmedik.
Asla pes etmedik.
Eski Bir Sioux Kızılderili Atasözü, diyor ki;
”Yollarım kapandıysa; ya kendime açık bir yol bulacağım ya da yolumu baltam ile ben açacağım.”
Bizim bazıları gibi BALTA mız olmayabilir .
“GÖLGE lerin gücü adına,güç bende artık” deyip çekecek kılıcımız da elbette yok.
Ama mangal gibi yüreğimiz ve kılıç kadar keskin kalemimiz olduğunu herkes iyi biliyor.
Bugüne kadar başkaları gibi dedikodu ve iftira üretmediğimiz gibi bundan sonra da üretmeyeceğiz.
Sadece ve sadece;
olanı-biteni,
döneni-dönmeyeni,
dünleri-bugünleri,
bugüne kadar yazılmayanları yazmaya devam edeceğiz.
Maskeleri bir bir indirmeye andımız var.
Sonu nereye varırsa varsın.
Ucu kime dokunursa dokunsun.
Sabır taşı çatladı.
Biz bugüne kadar yemediğimiz tüm yemeklerin dahi hesabını ödedik.
Şimdi sıra ıkına tıkına yiyenlerin hesap ödeme zamanı.
Buyrun KASA ya…