Dinî ve millî konular ile kavramların öğretim programlarından ve ders kitaplarından çıkarılması amacıyla örgütlenen vakıf ve derneklerin yaptıkları sistemli çalışmalar sonucu “Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi” uygulanmış ve “müfredatı iyileştirme”(!) denilerek programların içi boşaltılmıştır. Dolayısıyla Millî Eğitim Temel Kanunu’nda belirlenmiş olan niteliklere sahip nesillerin yetiştirilebilmesi veya “Dindar nesillerin yetiştirilmesi” hedefine ulaşabilmek, mevcut programlarla pek mümkün görülmemektedir.
Tarih Vakfının internet sayfasında, “Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi” hakkında itiraf niteliğinde açıklamalara yer verilmiştir: “Tarih Vakfı koordinatörlüğünde 15/06/2002 tarihinde başlatılan proje TÜBA şemsiyesi altında (TÜBA’nın bilimsel desteği) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı iş birliğinde, Avrupa Komisyonu ve Açık Toplum Enstitüsü’nün malî desteğiyle 2002-2004 yılları arasında gerçekleştirilmiştir.” (bk. Tarih Vakfı: http: //www.tarihvakfi.org.tr).
Bu itirafta dikkat çeken husus, Tarih Vakfı temsilcilerinin, yapmış oldukları işe karşılık George Soros’un Açık Toplum Enstitüsünden mali destek aldıklarını itiraf etmekte bir sakınca görmeyerek gizlemeye ihtiyaç duymamış olmalarıdır.
Dikkat çeken diğer bir husus ise, 16 Haziran 2003 tarihinde Ankara Başkent Öğretmenevinde düzenlenen ve dönemin Talim Terbiye Kurulu Başkanı’nın yönettiği Üçüncü Program Geliştirme Toplantısı’nda yapılan bir konuşmadır. Sosyal Bilgiler Programı’nın görüşüldüğü toplantı tutanağına göre, TTK Başkanı’nın, katılımcılardan programların felsefi alt yapısı ve temel değerlerini oluşturacak görüş ve önerileri beklediğini belirtmesi üzerine söz alan Tarih Vakfı Başkanı Prof. Dr. İlhan Tekeli; “Tarihimizde verilen üç modelin artık geride kaldığını” söylemiş; “1. İslam Tarihi (Hz. Muhammed ve Halifeler), 2. Osmanlı Yükseliş Tarihi (Fatih S. Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman), 3. Cumhuriyet, Kemalizm’in artık model olamayacağını” belirtmiştir (Canerik, 2005: 363).
Bu cüretkâr sözleri söyleyebilen Prof. Dr. Tekeli, TÜBA Bilim eğitimi çalışma grubu üyesi, Tarih Vakfı kurucusu ve eski başkanı ve Helsinki Yurttaşlar Derneği Kurucu üyesidir.
Tarih Vakfı Başkanı Prof. Dr. Tekeli’nin sorumluluğunu üstlendiği “Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi”, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Etik Komitesi Başkanlığı’nı yapmış olan emekli Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin koordinatörlüğünü yaptığı toplam 33 akademisyenden oluşan uzman ekibin desteğiyle yürütülmüştür.
Ders kitaplarının ve müfredatın iyileştirilmesi amacıyla yapıldığı(!) belirtilen “Proje kapsamında; uzman bir ekibin hazırladığı ölçütlere göre 287 gönüllüden oluşan tarayıcı grup tarafından ilk ve ortaöğretimde okutulmakta olan 190 ders kitabı, insan hakları ve demokrasi kültürünün ana kriterleri çerçevesinde biçim, içerik ve pedagojik yöntemler açısından incelenmiştir. Yapılan çalışmalar sonucunda bütün kitaplarda, insan hakları açısından dört bin (4.000) farklı sorun saptanmıştır.” açıklaması web sayfasında yayımlanmıştır (bk. www.tarihvakfi.org.tr/dkih).
Proje sorumluları tarafından, “öğretim üyeleri, öğretmenler, ilgili sendikalar, veliler, ders kitabı yazarları, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri vs. aydınların baskı gurubu oluşturarak ders kitaplarında ya da eğitim uygulamalarındaki sorunları belirleyip kamuoyuna ve ilgili devlet kurumlarına iletileceği” açıklaması yapılmıştır.
Prof. Dr. Tekeli’nin yöneticiliğini üstlendiği projeye destek sağlamak için 28.12.2003 tarihinde, TBMM’deki eski senato salonunda düzenlenen panel ile TBMM’ye taşınan “Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi”ne beklenen destek sağlanmıştır.
17–18 Nisan 2004 tarihlerinde “önde gelen Avrupalı ve Amerikalı uzmanların” da katıldığı uluslararası katılımlı “Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi Sempozyumu” düzenlenmiştir.
14 Aralık 2004 tarihinde, MEB Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı ile ortaklaşa “Ders Kitaplarında İnsan Hakları ve Yeni Müfredat” konulu değerlendirme toplantısı yapılmıştır.
Müteakiben ilgili bütün tarafların temsilcilerinin katılımıyla yapılan “Ders Kitaplarında İnsan Hakları ve Yeni Müfredat” toplantıları gerçekleştirilmiştir. Ulaşılan sonuçlar ve tavsiyeler, Millî Eğitim Bakanlığına ve eğitimle ilgili bütün çevrelere sunulmuştur.
Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerinin yeni bir düzeye yükseldiği ve Millî Eğitim Bakanlığının eğitim reformu için yoğun girişimlerde bulunduğu dönemde, öneriler raporu basın toplantısıyla kamuoyuna duyurulmuştur.
Öğretim programlarına eklenen yeni üniteler, ayıklanarak ünitelerden çıkarılan konular ve muhtevası değiştirilen üniteler, projeyi yürütenlerin istedikleri değişikliklerin Bakanlık tarafından yerine getirildiğini göstermektedir.
Tarih Vakfı’nın kamuoyuna açıkladığı raporda yer verdiği tavsiyelerden bilhassa aşağıda iktibas edilen üç tanesi, ders programlarının istedikleri şekilde değiştirildiğinin somut kanıtıdır.
Ders kitaplarında “İnsan Hakları”nın bağlamı ve içeriğine yönelik tavsiyeler
2. Tavsiye: “Ders kitaplarında, ahlaki, dinî, duygusal, politik, ideolojik görüşler, temenniler, telkin ve değer yargılarıyla "doğru düşüncelerin belletilmesi”ne dayanan didaktik bir eğitim anlayışından ve normatif önermelerin gerçekler (doğrular) olarak aktarılmasından uzak durulmalıdır. Çeşitli türden -dinsel ya da dinsel olmayan- inançların bilgi gibi aktarılmasından kaçınılmalıdır.
Din ve Ahlak dersi, dünyadaki farklı inanç sistemleri hakkında bilgi veren bir yapıya kavuşturulmalıdır.”
8. Tavsiye: “Ders kitaplarında cinsiyet, etnik, dinsel, kültürel kimlik, dil, siyasal görüş, ya da toplumsal sınıf açısından ayrımcılık yapan ya da böyle bir ayrımcılığı çağrıştıran ifadelere yer verilmemelidir.”
9. Tavsiye: “Ders kitaplarında sadece “biz”e ait olduğu ima edilen “millî değerler” açık ya da üstü örtülü bir biçimde “öteki” toplum ve kültürler aleyhine yüceltilmemelidir.
Türkiye dışındaki ülkelerin tarihlerine, kültürlerine, başta komşu ülkeler ve Avrupa ülkeleri olmak üzere daha çok yer ayrılmalıdır.”
Bu tavsiyelerin emperyalist işgalci güçler tarafından geri kalmış ülkelere cebren ve entrikalarla kabul ettirilen programlardan herhangi bir farkı var mıdır?
Japonya örneği konuya açıklık getirecek niteliktedir.
II. Dünya Savaşı’nda Amerika’nın Hiroshima ve Nagasaki’ye atom bombası atması sonucu teslim olmaya mecbur kalan Japonya ile ABD heyetleri arasında, 2 Eylül 1945 sabahı Tokyo Koyu’nda, Amerika’nın Missouri zırhlısında teslim belgesi imzalanır (Armaoğlu, 1989: 406).
Japon eğitimi, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Japonların “Postdam Deklarasyonu”nu imzalayıp teslim olmaları ile büyük ölçüde değişikliğe uğramıştır. 1946 yılında 27 kişilik Amerikan Eğitimciler Delegasyonu, Japonya’da savaş sonrası eğitim reformunu gerçekleştirmek için çalışmaya başlamıştır. Heyet, Japon eğitiminin liberalizme ve ferdiyetçiliğe yönelmesi, dilde reform yapılmasının kabul edilmesiyle müfredatta köklü değişikliklerin yapılması gibi birtakım önerilerde bulunmuştur. Yapılan öneri ve düzenlemeler 1947 yılında çıkarılan Temel Eğitim Kanunu ile pekiştirilmiştir (Asa ve Amano, 1986) Japon eğitimi, 1948 yılında ABD’dekine benzer bir şekilde adem-i merkezîleştirilmiştir.
Prof. Dr. Turan Yazgan konferanslarında, Missouri savaş gemisinde yapılan teslim anlaşmasının imzalandığı görüşmelerde, Amerikan heyetinin Japon yetkililere birinci şart olarak “Japon gelenekleri ve millî değerleriyle çocuklarınızı yetiştirmeye son verin.” emrini kabul ettirdiğini belirtmişti. Zafer kazanmış olmanın mağrurluğuyla emirlerini dikte ettiren Amerikan heyetinin eğitim konusunda Japonya’ya verdiği talimat ile Tarih Vakfının özellikle ikinci tavsiyesi arasında bir fark olmadığı, birebir örtüştüğü söylenebilir.
“Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi” ile seferber olanların yapılmasını ısrar ettikleri değişikliklerin, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından istedikleri gibi kabul edilmesi sonucunda, 1968 Programı’nda yer verilen dinî ve millî konular, 2004 yılında ders programlarından çıkarılmıştır.
Yenilenen İlköğretim 2004 Programları incelendiğinde, eğitim programının felsefesinde çok köklü değişikliğe gidildiği görülmektedir. Sosyal Bilgiler 4-5. Sınıflar Öğretim Programı taslak baskısının giriş bölümünde, “Dünyada yaşanan değişimi, yerelleşme ve küreselleşme süreçlerinde görmenin mümkün olduğu, hazırlanan programda bu değişim ve gelişmelerle birlikte AB normları ve eğitim anlayışının dikkate alındığı” (MEB, 2005: 43) açıklaması yapılmıştır.
“Öğretim programlarının değiştirilmesiyle Türk eğitim felsefesi, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana ilk kez Türk milletinin ihtiyaçlarına göre değil, üyesi olmadığımız bir birlik olan AB’nin direktifleri doğrultusunda değişikliğe gidilerek biçimlendirilmiştir.” (Canerik, 2005: 363).
Ancak Ortaylı’nın belirttiği gibi, “Avrupa Konseyi, okul kitaplarını önyargı ve yanlış bilgilerden temizlemekten söz ediyor. Bu işi yürüten kişilerin örnek diye gösterdiği ‘Batı Avrupa’ ders kitaplarının kendileri ideolojik ve hatta yer yer ifade bakımından tashihe muhtaçtır.” (Ortaylı, 2007: 12).
Anlaşılan, üyesi olmadığımız Avrupa Birliği, bizim ders programlarımıza müdahale ediyor; üyesi olan Yunanistan’ın ders kitaplarında yazılı olan yalan-yanlışlara göz yumuyor.
“Yakın tarihte Yunanca ders kitapları 1,5 milyon Helen’in Küçük Asya’dan sürüldüğünü söyler. Sürülme sanki 26 Ağustos 1922 (Büyük Taarruz) zaferinin hemen akabindeki on beş gün içinde olmuştur. Oysa vakıa öyle değildir. Cumhuriyetimizle Venizelos’un arasında yapılan bir anlaşma sonunda vuku bulmuştur. Buradan giden bir milyonu aşkın Rum’un mübadele gibi bir anlaşmayla gittiği bir gerçektir.” (Ortaylı, 2007: 11).
Küreselleşmenin öğretim programlarına etkileri hakkında değerlendirmeler yapan Arslan, “Programların genelinde ulusal bilincin oluşmasını sağlamaya yönelik kazanımlar yadsınmış; ‘Küresel Bağlantılar’ yaklaşımıyla Türk toplumu için radikal bir değişim öngörülmüştür. Oysa küreselleşmenin getirdiği kültürel etkileşimin millî kültürlerde tahribat yapacağı endişesinin var olduğunu” (Arslan, 2005: 75) belirterek Fransa, İran ve Japonya başta olmak üzere ülkelerin aldıkları tedbirleri açıklamıştır.
Kültürel etkileşimin millî kültürlerde yapacağı tahribata karşı koruma tedbirlerini almayan ülkelerin hangi yöne savrulacaklarını, kapıldıkları rüzgârın belirleyeceği açıktır.
Küresel güçler için faaliyette bulunan vakıf ve derneklerin hazmedemediği 1968 Programı’nda; “İlkokul millî bir eğitim kurumudur. Çocukların, millî varlığın birer organı olarak ilerde millî görevlerini başaracak, millî ülkülerini gerçekleştirebilecek birer Türk yurttaşı olarak yetiştirilmeleri gereklidir. İlkokul, çocuklara millî kültürü aşılamak mecburiyetindedir. Bütün yurttaşlara aynı millî amaçları kazandırmak ilkokulun önemli bir görevidir. Millet, hayatı ve geleceği için gerekli gördüğü bütün değerleri ve ülküleri yurttaşlara aşılamayı her şeyden önce ilkokuldan bekler. Okulda her derse millî hedeflere ulaştıracak bir vasıta olarak bakılmalıdır.” (MEB, 1995: 23) denilmektedir.
İlkokul Programı’nda yapılan değişiklikler
Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze 1924, 1926, 1936, 1939, 1948, 1968, 2004 ve 2017 yıllarında İlkokul Programı’nda değişiklikler yapılmıştır. Programlar, genellikle değişikliğin yapıldığı yılın son iki rakamı ile tanımlanmıştır; 36,48, 68 programları gibi.
1968 İlkokul Programı, Talim Terbiye Kurulu Başkanlığının 01.07.1968 tarih ve 171 sayılı kararıyla kabul edilmiştir.
MEB Talim ve Terbiye Kurulunun 21.11.1983 tarih ve 215 sayılı kararı ile kabul edilen “Cumhuriyet’e Nasıl Kavuştuk” ünitesi, 13.02.1984 tarih ve 2158 sayılı Tebliğler Dergisi’nde (ek) yayımlanarak İlkokul Programı’na dâhil edilmiştir. Bu ünite, ülkemizde hâlen sürdürülen lüzumsuz tartışmaları ve cehaletten kaynaklanan ayrışmaları ortadan kaldırabilecek, doğru bilgilere ulaşmayı, millî birliğe katkıyı ve uzlaşma imkânını sağlayabilecek nitelikte konuları içermektedir.
Cumhuriyete Nasıl Kavuştuk ünitenin konuları:
Birinci Bölüm
A – Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin Durumu.
1. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın uygulanışı ve ilk işgaller
2. İşgaller karşısında Mustafa Kemal’in duruma bakışı
A - Hazırlık Dönemi (Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı, Amasya Genelgesi ve Önemi, Erzurum ve Sivas Kongreleri, son Osmanlı Mebusan Meclisi, Misak-ı Millî, İstanbul’un işgali)
B - Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Açılışı ve Çalışmaları (Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ne karşı ayaklanmalar, Sevr Antlaşması, düzenli ordunun kurulması)
C - Savaş Dönemi (Doğu cephesi, Güney cephesi, Batı Cephesi, Birinci İnönü Muharebesi ve sonuçları, Sakarya Meydan Muharebesi ve sonuçları, Büyük Taarruz ve Başkumandan Meydan Muharebesi)
a) Birinci İnönü Muharebesi ve sonuçları
b) İkinci İnönü Muharebesi ve sonuçları
c) Sakarya Meydan Muharebesi ve sonuçları
Ç – Barış Dönemi (Mudanya Ateşkes Antlaşması, Lozan Barış Antlaşması ve önemi).
TTKB’nin 28.07.1992 tarih ve 200 sayılı kararıyla değiştirilen Fen Bilgisi Programı’nda dikkat çeken ve eğitimcilerin üzülmesine sebep olan husus, “Zenginlik Kaynaklarımız” ünitesinin programdan çıkarılmış olmasıdır.
5. Sınıf I. Ünite: Zenginlik Kaynaklarımız ünitesinin “Yeraltı Zenginliklerimiz” Bölümü:
1. Çevremizdeki yeraltı zenginlikleri
2. Yurdumuzdaki yeraltı zenginlikleri (maden kömürü, demir, bakır, krom, petrol vb.)
TTKB’nin 30.05.1990 tarih ve 62 sayılı kararı ile değiştirilen Sosyal Bilgiler Programı 2315 sayılı Tebliğler Dergisinde yayımlanmış; TTKB’nin 15.03.1993 tarih ve 80 sayılı kararıyla tekrar değişiklikler yapılmıştır. Ancak değişiklikler, özellikle Türk Dünyası’nda meydana gelen gelişmeler (Sovyetler Birliği’nin dağılması ve bağımsız Türk devletlerinin kurulması) icabı programlara ilaveler yapılmak şeklinde gerçekleştirilmiştir.
Mecburi eğitimin sekiz yıla (5+3) çıkarıldığı Nisan 1998’de kabul edilen 62 sayılı kararla ilkokul ve ortaokul Sosyal Bilgiler programları birleştirilmiştir. Birleştirme sürecinde konuların muhtevasında kayda değer bir değişikliğe gidilmemiştir. Yapılan değişiklik, bazı üniteler ile konuların üst sınıflara aktarılmasından ibarettir.
İslamiyet ve Türklük konularının ders kitaplarından çıkarılması
2004 yılında 4. Sınıf Sosyal Bilgiler Programı’ndan çıkarılan üniteler:
1. Aile, Okul ve Toplum Hayatı
2. Türklerin Anayurdu ve İlk Türk Devletleri
3. İslamiyet’in Doğuşu ve Türklerin İslamiyet’i Kabulü (İslamiyet’in Doğuşu, Hz. Muhammet’in Hayatı, İslamiyet’in yayılışı, Dört Halife Dönemi)
4. İslam Kültür Medeniyeti
5. İlk Müslüman Türk Devletleri: Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular
2004 yılında 5. Sınıf Sosyal Bilgiler Programı’ndan çıkarılan üniteler:
1. Osmanlı Devleti: a) Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu b) Yükselme Devri c) Osmanlı Uygarlığı
2. Dünyamız ve Türkiye
3. Osmanlı Devleti’nin Duraklama ve Gerileme Devri.
4. Cumhuriyet’e Nasıl Kavuştuk?
5. Kurtuluş Savaşı: a) Türk İnkılabı ve Önemi b) Cumhuriyet’imizin Kurucusu Atatürk
6. Türk Dünyasına Toplu Bakış: a) Türk Cumhuriyetleri ve Türklerin Yaşadığı Yerler b) Orta Asya Türk Cumhuriyetleri c) Azerbaycan d) Kuzey Kıbrıs
Ünite: IV- 1. Bölüm: Tarih, Tarihte Anadolu, Türkler ve İslamiyet
2. Bölüm: Türklerin Anayurdu ve Anadolu Uygarlıkları
3. Bölüm: İslamiyet’in Doğuşu ve Türklerin İslamiyet’i kabulü
Ünite: V- Türklerin Anadolu’ya Yerleşmesi
1. Bölüm: Büyük Selçuklu Devleti
2. Bölüm: Anadolu Selçuklu Devleti
3. Üçüncü Bölüm: Selçuklu Uygarlığı
(Not: 1968 Programı’nda yer alan konular, 2004 yılında eğitim programlarının değiştirilmesiyle ders programlarından çıkarılmıştır.)
Hiçbir şekilde tevile mahal bırakmayan bu somut delillere rağmen “2004’te programlarda değişiklik yapılmadı; 4 ve 5. sınıflarda yer alan konular programdan çıkarılmadı, üst sınıflara (6. sınıfa) aktarıldı.” iddiasında bulunabilenler çıkabilmektedir. Oysa İlköğretim 6. sınıf yeni Sosyal Bilgiler Programı incelendiğinde; “Işık Doğuyor” isimli 3. Ünitede yer verilen “Peygamberin hayatı” konusuna, Mekke ve Medine’ye ait resimler dâhil, ders kitaplarında yalnızca bir sayfalık yer ayrılmıştır.
“Türklerin İslamiyet’e Girişi” ünitesi, döneme ait haritalar ve konularla ilgili resimler dâhil, ders kitaplarının yalnızca bir sayfasına sığdırılmıştır.
Aynı Ünite’nin “Asya’nın Kandilleri” isimli bölümünde yer verilen Kâşgarlı Mahmut ve Gazneli Mahmut için ders kitaplarında ayrılan yer; dönemlerine ait haritalar, resimler ve metinler dâhil, birer sayfadan ibarettir.
Yine 3. Ünite’de yer verilen Alparslan, Melikşah ve Nizamü’l-Mülk gibi çok önemli tarihî şahsiyetlerin her birine ders kitabında ayrılan yer, harita ve resimler dâhil birer sayfa ile sınırlı kalmıştır.
Geleneksel Türk Sanatlarına, sanatlara ait tanıtıcı resimler dâhil yalnızca iki sayfalık yer vermekle yetinilmiştir.
1990 yılında ilave edilen ünitelerle geliştirilen 1968 Sosyal Bilgiler Programı ile 2004 İlköğretim Programı karşılaştırıldığında, dinî ve millî konuların 2004’te programlardan çıkarıldığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bu değişikliğin izahı oldukça zordur. Çünkü bir milletin maneviyatı için hayati öneme sahip olan konuları, koskoca 8 yıllık İlköğretim boyunca yalnızca 3-5 sayfaya sığdırmak insafla bağdaşmaz; zararını ise Türk milletinin ağır bedellerle ödeyeceği açıktır.
Sıkıntılar, yalnızca Sosyal Bilgiler öğretim programıyla sınırlı değildir. Din Kültürü Ahlak Bilgisi öğretim programı da uygun hazırlanmamıştır. Çocuklarımıza ilköğretim çağından itibaren Peygamber’imizi ve İslam’ı doğru öğretmediğimiz için ağır bedeller ödemekteyiz. Ayrışmalar, çatışmalar, kamplaşmalar ve dolayısıyla ülkemizin millî birliği tahrip olmakta, bölünüp parçalanmaktayız.
Yetkin olmayan kişilerin hazırladıkları öğretim programları
Öğretim programlarının hazırlanmasında karşılaşılan sıkıntılar açıklanırken; emniyet (güvenlik güçleri), orman, çevre, sağlık, Kızılay, Yeşilay vb. önemli kurum, kuruluşlara ve ayrıca belirli gün ve haftalara ders programlarında yer verilmesi elzemdir. Belirli gün ve haftaların, anılacak tarihî şahsiyetlerin ve önemli kurum kuruluşların; önem derecesine, güncelliğine, pedagojik esaslara göre ve ders konularıyla uyum teşkil edecek şekilde ünitelerle ilişkilendirerek programlara serpiştirilmesi işin ehli olan program geliştirme uzmanlarının kolaylıkla yapabileceği bir iştir. Lakin ehliyet ve liyakat yönünden yetkin olan eğitim bilimleri uzmanlarına görev tevdi edilmeden öğretim programlarının hazırlanması durumunda uygulamada sıkıntılar yaşanır.
Millî Eğitim Bakanlığı, “Ders programlarının ‘Yapılandırmacılık’ (constructivism) öğrenme yaklaşımına göre hazırlandığını” açıklamıştır. Ancak öğretim programlarının ve ayrıca ders kitapları ile kılavuz kitapların hazırlanmasında ‘yapılandırmacı’ öğrenme alanında doktora üstü eğitim görmüş yetkin akademisyenlere görev verilmediği kanaati yaygındır. Yeni programların uygulanmasıyla birlikte ortaya çıkan aksamalar ve tereddütler, 14-16 Kasım 2005 tarihinde Erciyes Üniversitesi ile Tekışık Eğitim Araştırma Vakfı’nın ortaklaşa düzenledikleri “Yeni İlköğretim Programlarını Değerlendirme Sempozyumu”nda her ders ayrı ayrı ele alınarak tartışılmıştır. ‘Yapılandırmacılık’ bağlamında ve ilmî esaslara göre yapılan değerlendirmeler sonucunda; öğretim programlarının kalitesine ilişkin veriler tartışılmış ve programların yeterli olmadığına dair eleştirel görüşler 2005 yılında kitap hâlinde kamuoyu ile paylaşılmıştır.
Ayrıca, Program Geliştirme alanında asgari doktora düzeyinde eğitim görmüş akademisyenlerin görevlendirilmediği eleştirileri yapılmıştır. Hâlbuki Türkiye’de 1960’lardan itibaren program geliştirme çalışmaları başlamış ve Millî Eğitim Bakanlığı 1982 yılında Program Geliştirme Modeli oluşturmuş ve öğretim programları oluşturulan modellere göre hazırlamıştır. Prof. Dr. Hıfzı Doğan, Prof. Dr. Nurettin Fidan ve Prof. Dr. Özcan Demirel ile program geliştirme çalışmalarını yapan Millî Eğitim Bakanlığı, program geliştirme alanında kurum olarak hatırı sayılır akademik bilgi birikimine, tecrübeye sahip idi.
Fakat ne yazık ki, programların hazırlanmasında “yapılandırmacı öğrenme” alan uzmanları ile program geliştirme alan uzmanı yetkin akademisyenler görevlendirilmedi.
2017 yılında yenilenen öğretim programları
2017 yılında yenilenen öğretim programları hakkında ise; “Yeni öğretim programlarının hangi modele dayandığı belirsizdir. Önceki yıllarda literatürde yer alan ‘MEB Program Geliştirme Modeli’nin mi yoksa başka bir modelin mi temel alındığına ilişkin açık bir bilgilendirmeye ihtiyaç bulunuyor. Bir model olmadan geliştirilen programların bilimsel açıdan etkililiğinin değerlendirilmesi sorunlu, karmaşık ve ucu açık olabilir” (Diker Coşkun, 2018: 7) değerlendirmesi yapılmıştır.
MEB, 2005 yılında Türkiye genelinde uygulamaya başladığı programların öğretim yaklaşımının “yapılandırmacılık” olduğunu belirtmişti. Yapılandırmacılık temelde felsefî bir teoridir ve eğitime uygulanması sürecinde bu yaklaşıma uygun olduğu düşünülen öğretim yöntem ve tekniklerini içerisinde barındırır (Diker Coşkun, 2018: 10).
2017 yılında yenilenen öğretim programlarında eğitim felsefesinin önemi ve gerekliliğinden detaylı biçimde bahsedilmiş, ancak hangi eğitim felsefesinin ya da yaklaşımın temele alındığı açık biçimde ifade edilmemiştir (Diker Coşkun, 2018: 10).
Eğitim felsefesi, bir öğretim programının “Nasıl bir birey yetiştirmeliyiz?” sorusuna cevap verir. Lakin araştırmacıların belirtmiş oldukları gibi; MEB’in hangi eğitim felsefesini esas aldığı belli değildir.
Millî Eğitim Bakanlığı 2017 yılında “Eğitim programlarının düzenlenmesinde uluslararası ölçekteki genel yaklaşımı, probleme dayalı ve sorgulama temelli öğrenme, yaratıcılık, eleştirel düşünme vb. becerilerin geliştirilmesini temel amaç olarak gördüğünü” açıklamış ve öğretim programlarını bu yaklaşımla güncellediğini belirtmiştir. Ancak, böyle ideal nitelikte bir öğretim programını geliştirme vaadinde bulunan Bakanlık, bu işi yapabilecek bilgi, beceri ve donanıma sahip uzman kişilere görev vermiş midir? İşin ehli olanlara görev verilmeden alelade kişilerle bu mühim işleri yapabilmek mümkün müdür?..
Yenilenen programlarda eğitim düzenlemelerinin kimler tarafından yapıldığı, bu kişilerin yetkinlikleri, her bir dersin öğretim programı için uzmanlık alanları ve kaynakçası kamuoyuna açıklanmalıdır. (Diker Coşkun, 2018: 8).
Geçmişte onay almış ve okullarda öğrencilere okutulan ders kitapları (2018 Mart-Mayıs’ta) incelemeye alınmıştır. MEB, yaptığı açıklamada kamuoyunun kitaplara ilişkin 16 hata bulduğunu, TTKB’nin ise 1.522 onaylı kitaba yapılan taramada 32.900 hata tespit ettiğini açıklamıştır. Hataların tashih, anlatım bozukluğu, bilimsel bilgi yanlışı ya da terör örgütleriyle ilgili olduğu belirtilmiş. Terör örgütünü destekleyen içeriğe sahip olduğu gerekçesiyle 57 kitap tamamen iptal edilmiştir (ERG, 2018: 112).
Öğretim programlarının hazırlanmasında bilhassa kazanımlar (öğrenme faaliyetleri sonucunda kazanılan bilgi ve beceriler) yazılırken pedagojik yönden önemli hatalar yapılmıştır.
Örneğin; 2004 Matematik Öğretim Programı’nı pedagojinin belirlediği esaslara ve matematik dersinin yapısı ve temel özelliklerine göre değerlendiren Prof. Dr. Yaşar Baykul, programların hazırlanmasında yapılan hataları ortaya koymuştur.
Matematik programında kazanımlar yazılmıştır. Fakat kazanımlar arasındaki ilişkiler örüntüsü çıkarılmamıştır. Programda ilişkiler örüntüsüne yer verilmemiş olması, birtakım olumsuzlukları beraberinde getirmiştir. Kazanımlar (Davranışlar) arasında binişiklikler olmuştur (Baykul, 2005: 235).
Programda kazanımlara arka arkaya yer verilmiştir. Yani birbirinden farklı olmayan iki kazanım tekrarlanarak yazılmış ve programda mükerrer kazanımlara yer verilmiştir.
Matematik, ön şart oluş ilişkisinin güçlü olduğu alanların başında gelir. Kendi içinde önemli ve dikkate değer bir yapısı vardır. Bu yapı içinde ilişkiler zincirini oluşturan bazı davranışlar atlanmıştır. Örneğin; uzunluk ölçülerinde metreden sonra santimetreye geçilmiş; birinciden beşinci sınıfa kadar hiçbir sınıfta dekametreye yer verilmemiştir. Metre biriminden kilometre birimine geçilmektedir (Baykul, 2005: 235).
2004 yılında hazırlanan ders programlarında yapılan hatalar, ayrıntılı olarak örneklerle açıklamıştır. 2017 yılında yenilenen öğretim programlarında ise, Baykul’un açıkladığı hataların birkaç kat daha fazlasının yapıldığını araştırmalar göstermektedir.
Öğretim programları, 2017 yılında yenilenirken kazanımların azaltıldığı, kazanım ve konuların sadeleştirildiği belirtilmiştir. Ancak, “Kazanım ifadelerinin yazımındaki pedagojik hataların temel sorunlar arasında önemli yer teşkil ettiği ifade edilmiştir. Bazı derslerin kazanımlarında kolay anlaşılmayan, açık olmayan ifadelerin bulunduğu, öğretmenlerin kazanımları farklı şekilde yorumladığı belirtilmiştir” (ERG, 2018: 106).
Öğretim programlarında yer alan, açık ve kesin olmayan (farklı anlaşılan) kazanımların dil ve ifade birliği oluşturacak biçimde yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Kazanımlarla ilgili bir başka önemli konunun da binişik ifadelerin olduğu (ERG, 2018: 106), yani birden fazla kazanımın bir arada tekrarlanarak yazılmış olduğu belirtilmiştir.
Kılavuz kitapların Türk Eğitim Sistemi’ne musallat edilmesi
Kılavuz kitap hazırlama, “öğretmenlerin yeterli donanıma sahip olmadıkları (işi bilmedikleri) için uygun bir öğrenme ortamını oluşturmada yetersiz kalacakları, dolayısıyla desteğe ihtiyaçları olur.” varsayımına dayanmaktadır. Kılavuz kitaplar öğretmenin bu eksikliğini tamamlamak ve ona destek sağlamak üzere işe koşulmuştur.
Eğitim tarihimizde buna benzer bir uygulamaya 1930’larda rastlanır. Şöyle ki, muvazzaf askerliği sırasında okuma-yazmayı öğrenebilen çavuş ve onbaşılar, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 1930’larda kursa alınmış ve “Eğitmen” olarak görevlendirilmiştir. Pedagojik formasyonu olmayan eğitmenler için “Eğitmen El Kitabı” hazırlanmıştır. Eğitmen El Kitabı, zamanın şartlarına ve imkânlarına göre gayet makul, akılcı bir uygulama olarak eğitim tarihimizde yerini almıştır.
Kılavuz kitaplar ise, belirli bir öğrenme durumunu herkes için, her yerde ve aynı şekilde uygulamayı öngörür. Zira kılavuz kitaplarda yer verilen etkinlikler, çevre şartları bilinmeden ve dikkate alınmadan bir merkezden hazırlanır. İstanbul Şişli’de, İzmir merkezinde, Çankaya’da, Ağrı Dağı’nın eteklerinde, Çukurova’da veya Harran’ın köylerinde yani bütün Türkiye’de aynı etkinliklerin tekdüze uygulanmasını öngörür.
Öğretmenlerin yapacağı bütün işlemleri ayrıntılarıyla tasarlayan kılavuz kitaplar, her şartta ve her yerde aynı şeyleri yapmaya yönlendirdiği için yurt sathında eğitimi tek tipleştirmiştir. Böylece eğitim sistemi, genel itibarıyla öğretmen merkezli olmaktan çıkmış; ancak bu kez kılavuz kitap merkezli bir duruma dönüşmüştür. Konuları yetiştirebilme kaygısının yerini, etkinlikleri yetiştirme telaşı almıştır. Uygulayıcı olan öğretmenler, etkinlikleri yetiştirebilme telaşıyla didinmişlerdir.
Çevre şartları, çevrenin kültür düzeyi, mahallî imkânların sınırlılığı, öğrenenlerin ilgileri ve bireysel farklılıklar, ilgi istidatların geliştirilmesi dikkate alınmamış ve eğitim sisteminin hedeflerinden gittikçe uzaklaşılmıştır.
Hâlbuki Cumhuriyet’in kuruluşundan önceki eğitim programlarında dahi mahallî konular dikkate alınmıştır. 1913 yılında çıkarılan “Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-ı Muvakkati”nin (İlköğretim Geçici Kanunu) 24. maddesinde yer verilen: “… mahalli ihtiyaçların icabına göre programa bazı dersler ilave edilebilir.” İfadesi, bunun açık delilidir.
Maalesef, 2000’li yıllarda büyük vaatlerle uygulanan, ancak eğitimin mahallî boyutunu yok sayan tek tipleştirilmiş ders programlarının uygulanması sonucu, 1913 yılı öncesindekine benzer uygulamalara dönülmüş ve eğitimde 100 yıl öncesine geri gidilmiştir.
1926 İlkokul Programı’nda, “Derslerin çevre şartlarına göre öğretimi programda esas alınmıştır.” ve “Öğrencinin kişisel ilgisinin dikkate alınması” (Arslan, 2000:44) ilkelerine yer verilmiş ve önemine vurgu yapılmıştır.
1936 İlkokul Programı’nda ise “Milliyet ilkesi” başat ilke olarak yer almıştır
Milliyet ilkesine birinci sırada yer veren 1936 İlkokul Programı’nda, “İlkokul millî bir eğitim kurumudur.” denilmiştir. Ayrıca, Mahallîlik ilkesi “Çevre konularının derinleştirilmesi” açıklaması ile vurgulanmıştır. 1926 Programı’nda olduğu gibi 1936 İlkokul Programı’nda da “İlgiden hareket edilmesi” ilkesine önemle yer verilmiştir.
“Fertlerin ilgi, istidat ve kabiliyetlerine göre yetiştirilmesi” ilkesi; “Fertler, eğitimleri süresince, ilgi, istidat ve kabiliyetleri ölçüsünde ve doğrultusunda çeşitli programlara veya okullara yöneltilerek yetiştirilirler.” ifadesiyle 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nun 6’ncı maddesine yazılmak suretiyle kanun maddesi hâline getirilmiştir.
“1948 İlkokul Programı esnekliğe (elastikiyete) yer vermemiştir” (Arslan, 2000: 46). Ayrıca, fırsat öğretiminin yapılabilmesine de imkân vermemiştir. “Mahalli şartları ve ihtiyaçları karşılayacak bir esnekliğe yer vermediği” belirtilen bir program olması yönüyle de eleştirilmiştir.
1968 İlkokul Programı’nın kabul edilmesiyle birlikte 1948 İlkokul Programı’ndaki hatalardan dönülmüştür. Ancak, 2004 yılında yapılan program değişikliğiyle tekrar 1948 İlkokul Programı’ndaki yanlışlıklara düşülmüştür.
Mahallî konuların öğretim programlarından çıkarılması ve öğrencilerin ilgilerinin ve bireysel farklılarının dışlanması
2004 Öğretim Programları ile uygulanmaya konulan kılavuz kitapların sınıf ortamında kullanılması sonucunda; çevre ile ilgili (mahallî) konuların derslerde işlenebilmesi imkânı ortadan kalkmıştır. Etkinlikler yığınından ibaret olan ve esnekliğe asla fırsat vermeyen kılavuz kitapların uygulandığı öğretim ortamlarında, bireysel farklılıklara ve öğrencilerin ilgilerine göre ders yapılabilmesi imkânı ortadan kalkmışt.
Değerler Eğitimi
MEB, “Güncellenen öğretim programlarında ‘değerler eğitimi’nin odağa alındığını” belirtmiştir. “Değerlerin merkeze alındığı” ilanına eşzamanlı olarak; mülakata alınan okul müdürleri ve müdür yardımcıları sendikal aidiyetlerine göre değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Okul müdürlerinin sendikalara göre dağılımı bu konuda fikir vermektedir.
MEB’de çalışan toplam öğretmenlerin yüzde 33’ünü üye yapmış olan bir sendika okul müdürlerinin yüzde 74’üne sahip olmuştur. Bu orantısız durum düzeltilmeden okullarda çalışma barışı, uyum sağlanamaz ve dolayısıyla eğitim kurumlarında sinerji sağlanamaz.
Adalet, hakkaniyet, insaf, merhamet, sevgi, saygı vb. ulvi değerleri temele alan olumlu insan ilişkilerinin tesis edilmediği bir eğitim ortamda herhangi bir değeri kazandırabilme ihtimali çok düşüktür.
Hazırlık ve planlamada yaşanan sıkıntılar
“Bazı okul müdürlerinin öğretmenlerden yıllık plân yanı sıra ders plânlarını da istediği, bazılarının ise sadece yıllık plânın hazırlanmasını yeterli gördüğü belirtilmiştir. Ders plânı hazırlama ile ilgili görüş bildiren öğretmenler, uygulamaların kimi zaman keyfiyet içerdiğini, internet vb. kaynaklardan alınan yıllık plânların sadece isim ve okul kısmının değiştirilerek kullanıldığını ve bu konu (hazırlık plânlama) ile ilgili dikkatli bir denetimin yapılmamasının olumsuz bir durum olduğunu belirtmişlerdir.” (ERG, 2018: 109). Bu tespit, Millî Eğitim Bakanlığı “Eğitim ve Öğretim Çalışmalarının Plânlı Yürütülmesine İlişkin Yönerge”sinin uygulanmadığını ortaya koymaktadır.
Öğretimde hazırlık ve plânlama faaliyetleri sistemli bir şekilde, işlevsel hâle getirilmeden eğitimde başarı sağlanmaz. Hazırlık yapmadan derse giren bir öğretmenin sınıfta kontrolü sağlayabilmesi, yapmaya çalıştığı öğretim faaliyetlerini etkili ve verimli şekilde gerçekleştirebilmesi iht