16 Nisan 2017 günü, Cumhur Başkanının doğrudan halk tarafından seçilmesine imkân sağlayan Anayasa değişikliğinin onaylanması veya reddedilmesi konusunda yapılması söz konusu olan halk oylaması sebebiyle, o günün en hararetli yegâne tartışması; “demokrasi sadece sandık mı?” noktasında yoğunlaşıyordu. Ancak ve ne var ki, sözü bu noktada yoğunlaştıranlar bu husustaki meramlarını açıkça ifade etmiyorlardı. Tavırlarına ve söylemlerine bakıldığında ise sadece bir mugalâta peşinde olduklarının sinyalleri sezinleniyordu. Zira bu izlenimi yapan her bir vatandaşın kafası karışmakta ve bu enteresan söylemin cevabı aynı şekilde hararetlice aranmaktaydı.
Bu durum, bizleri bu konuda bazı tespitler yapmaya sürüklemiş oldu. Yaptığımız bu çok kısa araştırmada şunları tespit etmiş olduk:
Bu noktada hemen şunu peşinen söyleyelim ki konumuz bir sosyal münasebetler manzumesidir ve ne yazık ki sosyal ilişkilerin, fen ve benzeri ilimler gibi her hangi bir laboratuvarı yoktur ve bu münasebetle 2X2=4 gibi bir sonucu hiçbir zaman olmamıştır. Bu demektir ki bundan sonra da olmayacaktır. Hemen her bir akıl sahibinin bu bakış açısıyla meseleye bakması gerekir. Bu noktadan bakılmayan her bir bakış, yanlışı çağırtan bir etkenden öte bir şey ifade etmeyecektir.
Şimdi gelelim işin ana temasına: Demokrasi şöyle tanımlanmaktadır: Demokrasi: Dünyadaki tüm üye ve vatandaşların, organizasyon ve devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Açılımı ise ta Eski Yunancaya dayanmaktadır. Dimos: Halk, zümre ve ahali. Kratos: İktidar. İşte adına demokrasi dediğimiz yönetim şeklinin kökeni bu iki sözcüğe dayanmakta olup Dimos+Kratos sözcüklerinin yekdiğeri ile bileşiminden oluşmuştur. Dilimize de Fransızca olan démokratie kelimesinden geçmiştir. Kısacası bu sistem Batılı bir sistemdir.
Demokrasi, kendisinin anayurdu olan Eski Yunan’da o günün haşmetli birer filozofları olan Aristo ve Eflatun tarafından ciddi manada eleştirilmiş ve halk içinde “ayak takımının yönetimi” gibi aşağılayıcı kavramlarla nitelendirilmişti. Galiba bu yaklaşımdan etkilenen bizdeki bazı aklı evveller de işe tersinden bakarak “benim reyim nasıl olur da köylü Mehmet ağanın reyi ile bir olur. Reyler sayılmak yerine tartılmalıdır” diyorlar. İşte size demokrasi havarilerinin hali pür melali.
İşin fazlaca detayına girmeden söyleyelim ki, işte demokrasi denen bu yönetim biçimi her şeye rağmen bazı zorlukları aşarak günümüze kadar ulaşmış ve başta akıl ve gerçeklere de oldukça uygun olduğu için rahatça ve gururla kullanılmaktadır. Güzelim Türkiye’mizde de yapılan budur. Her ne kadar birçok bilim çevreleri meseleye bazı bakış açıları geliştirip bambaşka bulvarlarda yürümek istiyor iseler de, demokrasinin temel öğesi halk onayı olduğuna göre meseleye bu açıdan bakıldığında, fazla söze gerek kalmadığı apaçık kendini göstermektedir. Sanıyorum her akıl sahibinin buna onay vereceği şüphesizdir.
Demokrasi konusunda emek sarf eden bazı düşünürler, teorik olarak iki temel teoriden söz etmektedirler: 1) Normatif Demokrasi Teorisi: Buna göre demokrasinin tam anlamıyla sağlanabilmesi için, alınan kararların halkın tamamını memnun etmesi gerekir. Bunu diyorlar ama bunun nasıl sağlanacağını veya sağlamanın mümkün olup olmadığını ise es geçmekteler. 2) Ampirik Demokrasi Teorisi: Bu teoriye göre demokrasi, halkın tamamının değil büyük bir kısmının, yani ekseriyetinin, yani çoğunluğunun alınan kararlar konusunda memnun kılınmasını gerektirir. Kanaatimizce yer kürede birçok devletin uyguladığı da bu olsa gerek.
Demokrasi ile İlintili Bazı Kavramlar:
Demokrasi ve Cumhuriyet: Cumhuriyet bir rejim, demokrasi ise bir cumhuriyetin uygulanış şeklinden biridir. Demokratik cumhuriyetin yanında Dinî cumhuriyet, Oligarşik cumhuriyet ve sosyalist cumhuriyet biçimleri de vardır. Bilindiği üzere ve bizde de olduğu gibi demokratik cumhuriyetlerde, meclis ve ülkenin başkanını belli aralıklarla halkın seçmesi temel öğedir. Bu model Kara Avrupa’sında kabul görmüşken, örneğin İngiltere’de ülkenin başında görünüşte halkın seçmediği bir kral veya kraliçe bulunmasına rağmen yönetim yine de halkın elindedir. Biz tamı tamına buna oligarşik cumhuriyet diyebiliriz. Buradan hareketle diyebiliriz ki her ülkenin ve her milletin kendine göre bir yönetim tarzı vardır ve olacaktır. Yukarıda da değinildiği üzere sosyal iş ve işlemleri her hangi bir laboratuvarda deneye tabi tutma hiç kimseye nasip olmamıştır. Bundan sonra da mümkün olmayacağı, işin doğası gereği olduğu, her kesçe malum olsa gerek.
Bu işin tarihçesine bakıldığında Eski Yunan’da ve dahi en büyük şehir olan Atina’da bu işin ilk uygulanışının yapıldığını görmekteyiz. Buna sosyolog ve siyasi bilimciler Klasik Demokrasi diyorlar. Buna göre belli başlı tüm kararlar bütün vatandaşların üye olduğu meclis veya Eklesya tarafından alınıyordu. Atina demokrasisi de denen ve sitayişle üstüne basa basa tavsiye edilen bu demokraside kadınların, metiklerin (şehirli olmayanların) ve kölelerin oy kullanma hakları yoktu. İşte size en ideal olarak bizlere anlatılmaya çalışılan Batılıların demokrasi anlayışı. Bu gün de böyle mi? Elbette hayır. Bizim söylemek istediğimiz bizdeki Batı ve Batılı hayranlarının kabulü pek mümkün olamayan düşünce ve bazı hareketleridir. Demek oluyor ki her şey asla ve asla Batı demek değildir.
NETİCE: Bizim demokrasimizin temelini merhum Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk atmış bulunmaktadır. Bunu da “ Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek bir de perçinleme yapmıştır. Bir de buna ilave olarak Halkçılık İlkesini vazetmiştir. Bu ilkeye göre de herkes kanun önünde eşittir. Kimliği ve sıfatı ne olursa olsun biri diğerine tercih edilemez. Amma ve lakin gelin görün ki üstelik de Atatürkçü geçinen bazılarımız veya birilerimiz reyini saydırmak yerine tarttırmak sevdasındalar. Akıl, izan ve her türlü realiteden uzak olan bu söylemleri bilmem nereye koymak gerekir. Bu manada herkese akıl ve izan dilemekten başka hiçbir seçeneğimiz yoktur. Bunların söylediklerinin en son İlahî Bildirge olan Kur’an’da da yeri yoktur. Bu söylem sahiplerinin buna inanıp inanmadıklarını bir tarafa bırakarak söyleyecek olursak daha sonra, yani sulandırılmadan önceki Kur’an’î uygulamada da halk egemenliği söz konusuydu. Dört Halife seçimleri. O günün şartlarını bu güne taşıyarak değerlendirmek yerine o günün şartlarına göre meseleye bakıldığında tas tamam bir halk egemenliği vardı. Demek oluyor ki bu işi sadece Batılılar biliyor diyemeyiz. Bu iş akıl ve izan işidir. İnsanoğlunun aklını kullanması ilkesi ise, İlahî en son Mesajda çokça ama çokça vurgulanan bir husustur.
Aklıselim herkese selam, sevgi ve saygı ile.