Çanakkale’de Sportmen Bir Yeni Zelandalı ve Pratik Mehmetçik
Bilindiği üzere Çanakkale-Anafartalar’da düşmana dünyayı dar eden Mustafa Kemal Mehmetçiğe, düşmanın son durumunu öğrenmek için “bir dil yakalayın” deronlar da buna göre çare ararlarmış.
Bir gün bu amaçla getirilen “dilden” gerekli bilgiyi alan Mustafa Kemal adama sormuş: - Peki, sen Yeni Zelandalısın madem, Türklerden ne kötülük gördün ki vuruşmak için kalkmış ta oralardan buraya gelmişsin ?
Yeni Zelandalının bu işi sırf spor için yaptığını ve kendisinin sportmen olduğunu övüngen bir tavırla söylemesi üzerine Mustafa Kemal : - İyi ama, sportmenliğin ne işe yaradı ?
Baksana, bir erimizin önüne düşmüş, kuzu kuzu buraya getirilmişsin ! deyince tutsak şu şekilde karşılık vermiş :
- Sizin eriniz spor kurallarını çok kaba bir şekilde çiğneyince ben ne yapabilirdim ?
Sportmen olmayan hasımlarla karşılaşacağımı bilseydim hiç gelmezdim !
Meğer Mehmetçik, Yeni Zelandalıyı en can alıcı bir yerinden yakalayarak sıkıp bayıltmış, avını ayılıncaya kadar sırtında taşımış, sonra da elini çekmeden siperlerimize kadar sürmüş.
Atatürk bu öyküyü anlatır ve Yeni Zelandalının sportmenlik anlayışına, Mehmetçiğin de kullandığı pratik (!) usule güler dururdu.
Atatürk’ü Sevindiren Mutlu Bir Dalgınlık
Savaşın sıkışık zamanlarında orduda bozgun yaratabilecek davranışları komutanların hemen o anda kendi elleriyle ölümle cezalandırmaları bir görenektir. Birinci Cihan Savaşı esnasında gerekli gereksiz bu yola sapan bir komutanın dile düştüğü Atatürk’ün sofrasında söz konusu edilince kendisi, bu çareye hiçbir zaman baş vurmadığını, bu yola sapanların çoğunlukla beceriksiz ve duygusuz kişiler olduğunu söyleyerek :
- Bir kez, az kalsın birini öldürüyordum, fakat umulmadık bir unutkanlık beni bu kara lekeden kurtarmış oldu.
Diyerek söz konusu olayı şöyle anlatmış : - Kurtuluş savaşının başında, herkesin kendini sorumsuz birer baş saydığı o günlerde bir tanıdığımın, hiçbir hoşgörürlükle bağışlanmayacak ağır, ama çok ağır bir suç işlediğini haber aldım.
O denli üzüldüm ve öfkelendim ki ne olursa olsun, o herifin cezasını kendi elimle vermek için önüne geçilmez bir hırsa kapıldım. Hemen arabama binerek suçlunun kırdaki evine koştum. Yolda giderken de, pantolonumun arka cebinde duran tabancamı, kolaylık olsun diye paltomun cebine aktardım.
- Arabamı uzaktan görüp tanıyan adam beni buyur etmek üzere evin kapısını açarken ben de bahçe kapısından içeri giriyordum. Hemen o anda tabancamı çekmek için elimi arka cebime attım, fakat cep boş !
Tabancanın yerini değiştirdiğimi hatırlayıncaya kadar adam işi anladı ve hemen geri dönerek arka pencereden atlayarak o semtin bağları arasında görünmez oldu.
Onu adaletle karşı karşıya bırakmaktan başka bir şey yapamamıştım.
İşte elimi kana bulamak gibi bir kara lekeden beni bu mutlu dalgınlık kurtarmıştı. Diyerek sevincini dile getirmiş.
Kaynakça:
1) AĞAKAY, Mehmet Ali, Atatürk’ten 20 Anı, Atatürk Kültür, Dil ve tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu
Yayınları- sayı : 344; Ankara-1990.
2) GÜRTAŞ, Ahmet, Atatürk ve Din, Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları, 214; Halk Kitapları serisi, 70; 6.
Baskı, Ankara-1999.