Bu yazımızdan önce de aynı isimle bir makale yayınlamış olduğumuzu muhterem her bir okuyucunun haberdar 0lduğu kanaatini taşımaktayım. Ancak adına makale denen bu tür yazıların, takdir edileceği üzere, belli bir sayfa düzeni ve kapsam hacmi söz konusudur. İşte bu nedenledir ki bu başlığı taşıyan birinci yazıda daha başka ve oldukça önem atfettiğimiz noktalara temas edilemediği için aynı başlıkla ve bir bakıma öncekinin devamı ve tamamlayıcısı niteliğinde bu yazıyı yazma gereği duyulmuş oldu.
Şöyle ki: Kur’an’la barışık olan her bir okuyucunun bildiği üzere; 30 cüz, her cüz 20 sayfadan ibaret olarak 600 sayfa, 114 sure ve 6236 ayetten oluşmuş bulunan bu mübarek İlahi Metnin hikmetlerini birkaç sayfalık yazıyla anlatmanın mümkün olmayacağı izahtan vareste olsa gerek. Bu bakımdan bu husustaki yazımızı iki nüsha olarak arz etmeyi daha uygun bulmuş durumdayız. İlk yazımızı takip eden okuyucularımızın hatırlayacağı üzere o yazıda behemehâl hemen her bir Müminin mutlaka bilmesi gereken birkaç noktaya değinilmişti. Özellikle de KUR’AN’IN BİR HAYAT KİTABI OLDUĞU hususuna değinilmiş ve bu çerçevede bazı ayetlerle örnekler verilerek fikir serdedilmişti. Yukarıda hacim detayına yer verildiği üzere, yaklaşık 23 yılda Hz. Resul (as) tarafından, kendisine tebliğ edildiği gibi bir tek harfi dahi değiştirilmeksizin tüm insanlığa tebliğ edilen BU HACİMLİ İLAHİ TEBLİGATIN, hiç şüphesiz hemen her bir kula lazım olan püf noktalarını kısacık yazılarla anlatmak hiç mi hiç mümkün olmayacağı kanaatini taşıdığımız içindir ki bu satırları da karalamayı uygun bulduk.
Bakınız, Kur’an’ı anlaşılır bir dille incelemeyen bazı insanlarımız O’na, yani Kur’an’a, maalesef “ÇÖL KANUNU” deme bedbahtlığına düşmekteler. Oysa adına Kur’an denilen bu muhteşem haber, mucizelerle doludur. Mesela Fransız deniz altı kâşifi ve hemen hepimizin Kaptan Kusto olarak bildiğimiz kişi tesadüfen tanık olduğu bir deniz mucizesi üzerine İslam olmayı seçmiştir. Binaenaleyh yaptığı deniz altı araştırması sırasında Atlas Okyanusu ile Ak Denizin sularının Cebeli Tarık Boğazında yekdiğerine karışmadığını, her bir denizin su içeriklerinin farklılığından, hayretler içerisinde kalarak görmüştür. Bu olayın, aradaki sudan bir engel sebebiyle oluşmadığını anlamış ve bu konuda yaptığı ciddi araştırmalardan sonra söz konusu olayın RAHMAN SURESİNİN 19 ve 20. Ayetlerinde yazılı bulunduğunu öğrenmiş ve bu sayede İslam’ı seçmiştir. Söz konusu ayetlerin meali şöyledir: “Allah, iki denizi birbirine salmıştır. Birbirilerine kavuşurlar fakat ikisi arasında bir engel var, biri diğerine karışmaz”. İşte buyurun modern bilimin yaklaşık 14 asır sonra tespit ettiği bir olguyu Kur’an, asırlar ötesinden haber vermektedir. Ama bizlerin haberi olmamış veya bizleri haberdar etmeme bahtsızlığına düşünler olmuş o daha başka. İşin ilginç yanı ise, Tarık b. Ziyad komutasındaki İslam ordularının tam da “berzah” denen o engel üzerinden İspanya kıyılarına çıkmış olmalarıdır. Bilindiği üzere sırf bunun için o boğazın adı “Cebeli Tarık Boğazı “ olmuştur.
Tabii olarak bu olay sadece burada olmamış, aynı durum Babulmendep Boğazı için de keza ayetle sabit bir durum mevcuttur.
Bir diğer mucize de insan neslinin oluşumu ile ilgilidir. Bu konuda birçok ayet mevcuttur. Ama biz onlardan söz etmeyerek insanımızın merak edip o mucizelerin hangi ayetlerde olduğunu araştırmalarına vesile olmasını yeğlemek istiyoruz. Mesela insan yavrusunun erkeklik organı ile kızlık organının oluşumuna vesile olan öğenin, yavru daha cenin durumunda iken (jinekolog teyitli olarak) sırtlarından hareketle yerine ulaştığı; doğacak yavrunun erkek mi yoksa kız mı olacağı babanın spermindeki öğe suretiyle oluştuğu ve dahi insanın “pis bir sudan oluşturulduğu” keza ayetle sabittir. Hatta bunun, yani bebek cinsinin oluşumunun babadaki bir öğe ile oluştuğunu bilmeyen anne ve babalar arasında sitem oluşmaktadır. Genellikle de anne töhmet altına sokulmaktadır. Amma anneler kendileri hakkında NİSA/Kadın adlı bir sure ile boşanmaya dair TALAK/boşanma adlı bir sure hakkında bilgi sahibi olmadıkları için maalesef tarih boyu her bakımdan hep gadre uğramışlardır. Mesela kocanın üç defa “boş ol” sözünden adeta ham iplikle mahkûmların başında sallandırılan “Demoklesin kılıcı gibi” hep korku yaşamışlardır.
Aynı cümleden olarak hep kadın için ileri sürülen iffetli olma –tabi ki olunmalı- teranesinin onlardan önce erkeklere buyrulduğunu bilmem kadınlarımız biliyor mu? Kadının özel hali mevcut iken bir sürü yaveler ileri sürülen konuda bilmem yasağın sadece ve evvel emirde erkekler için olduğunu biliyor muyuz? Bu husus, Bakara suresinde özellikle erkekler için hükme bağlanmıştır. Bir de bu durumdaki kadınlar camiye giremez, Kur’an’a dokunamaz ve tavaf yapamaz gibi yavelerinin hepsi Kur’an’a, dolayısıyla Ulu Allah’a iftiradır. Doğrudur. Hz. Resul zamanında şimdilerde olduğu gibi “pet” denilen koruyucu bulunmadığı için kadının mutadı olan kan, kadının elbisesine yansıyordu ve dolayısıyla camiye gelmeleri birçok bakımdan (utanma vs ) uygun görülmemişti. Ama şimdilerde genç kızlarımız o haliyle güreşe ve sair müsabakalara katılmaktadır. Bu yanlış uygulama ile maalesef kadınlarımız her ay yaklaşık 10 gün, yılda da en az 120 gün ibadet ve taatten uzak bırakılmaktadır. Oysa bunların hiç birinde Kur’an dayanağı yoktur. Bunu yapanlar ne yazık ki başta kendilerine, sonrasında da kadınlarımıza yazık etmekte oldukları gibi zımnen de Allah’a ve dolayısıyla Kur’an’a ve Hz. Resul’e iftira etmekteler. Zira dinin koyucusu Allah’tır. O da, bunu adına Kur’an denen ÖNEMLEİ VE MUHTEŞEM bir haberle(bkz. Sad Suresi) biz kullarına tebliğ etmiştir. Yüce Yaratıcı’nın sözü üzerine söz koymak iftiranın ta kendisidir. Bizleri yaratan, “Bu Haberde” bize ne tebliğ etmişse bizler ondan sorumluyuz. Yoksa Allah bir şeyler unuttu da bazı kullar mı bizlere onu hatırlatıyorlar. Çok yazık. Kaldı ki, iman ettiğimiz mahşer gününde kurulacağı söz konusu olan ilahi sorgulamada sorular bu kitaptan çıkacak. Adını anmak istemediğimiz her hangi bir beşerin kitabından değil. “ Artık ben Kur’an’ı anlayarak okuyup uygulayacağım” diyen Kur’an bağlılarına ve niyetlilerine ve her bir okuyucuya selam olsun.