Bir şehrin gelişmesi, şehir adına seçilmişlerin, atanmışların ve STK’ların iyi yönetilmesi, basiretli doğru kararlarda duruş sergileyebilmesi, toplum adına alınacak kararlarda burnunun dikine değil, kendi bildiği doğrultuda hareket etmeyen, paylaşımcı, paydaşları ile istişare ederek doğru kararların ortaya çıkmasını sağlayacak basiretli ve hoşgörülü yöneticiler ile mümkündür
Bu profildeki yöneticilerle İlimiz zaman zaman yönetilmiş, hep kazançlı çıkmıştır.
Yıllar sonra o dönemlerde elde edilen kazanımları zaman içerisinde kaybettiğimiz gibi toplumsal hoşgörü, mantık ve kültürel değerlerinin de kaybedildiğini görüyoruz.
Yine yıllar içerisinde şehrin seçilmişlerinin, atanmışlarının, biat kültürü ile görevlendirilen profili yetersiz yöneticilerin çoğunlukta yer alması İlimizin gelişmişlik göstergelerinde gerilemenin yaşanmasına neden olmuştur.
…..
Gücü elinde bulundurduklarını düşünen yetersiz yöneticilerin şehre verdiği zarar o kadar çok ki;
1980 sonrası özelleştirilmenin ve yatırımların en üst seviyelere çıktığı dönemlerde şehri yönetenlerin, İlin planlanmasını doğru yapmak, önceliğine almak yerine bireysel hesaplar içerisine yönelmesi, ekonomiden, sosyal alanda vs. her alanda şehrin hanesine zarar yazılmasına vesile olmuştur.
Özelleştirme adı altında bu ilin ekonomisine can veren KİT’ler kapatılmış, birlik beraberlik sağlanamayarak kar eden bazı kuruluşlarda yerli sermaye yerine il dışındaki sermayelerin eline geçmiştir.
O dönemlerde ne siyasi kesimler, ne ili yönetenler, nede güya şehrin hakkını savunan kamu meslek örgütleri ile STK’ları yaşananları görmek yerine dut yemiş bülbüle dönerek kafalarını kuma sokmuşlarıdır.
O dönemlerde ses çıkaramayanlar..
Daha sonra da vay… Elazığ neden geriye gitti? diye dizlerini göstermelik olarak döverek timsah gözyaşları ile kamuoyuna Elazığ’a sahip çıkıyor algısı yaparak yapmacık serzenişlerde bulunmuşlardır.
Aynı senaryoların bu dönemde de yaşanmasına şahit oluyoruz.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok.
24 Ocak depreminin hemen ardında yaşanılanlar analiz edildiğinde geçmiş dönemlerde yaşanılan basiretsizlik ve beceriksizliğin devamını görebilirsiniz.
Bir kez daha hatırlatayım…
Deprem sonrası 27500 adet hemen konut yapılacak mağdur olan aileleri yeni konutlarına taşınacaktı, ne durumda?
Pandemide esnaflara başka illerde 10 bin TL hibe, sel felaketinde 50 bin Tl hibe veren iktidar, İlimizde yaşanan depremzadeleri aynı destekler beklerken çok görülmüş, geri ödemeli destekler ile babalığını bu şekilde göstermesi tercih edilmedi mi?
Zemini sağlam olan yapıların, yorgun eski binalardan oluşması nedeniyle depremde zarar görmesi dikkate alınmamış, Abdullahpaşa, Mustafapaşa, Sürsürü mahallesindeki konut sahipleri etrafında 10’katlı binaların yükseldiği TOKİ marifetli binalar sanki yokmuş gibi 5 kata mahkûm edilerek 20 yıl geri ödemesine reva görülmedi mi?
Bunlar daha birkaç örnekleri…
…..
24 Ocak depremi ile darbe yiyen pandemi ile daha da çöken bir şehrin İnsanlarına, esnafına, karşı karşıya kaldığı haksızlıklar doğru ve basiretli yöneticilerin irade göstermesi farklı bir yol izlenebilir miydi…
Evet… İzlenebilirdi
Basiretli ve dik duruşun bir örneği yine deprem sürecinde yaşadık…
Hatırlarsanız…
Çevre ve Şehircilik Bakanı ilimize gelmiş birileri Orduevindeki köprülü kavşağı yapan birilerine karşı hıncını Bakan üzerinden tatmin etmek için yıkılması talimatını verdirmemişiydi…
Yapılması tartışmalı olan ancak o dönemde konuşması gerekenlerin kafalarını kuma gömerek gerçekleri görmek ve konuşmaktan aciz kesimler Bakan’ın açıklamasından sonra şahin kesilmiş, yıkılması konusunda neredeyse davul zurna ile kamuoyuna duyurulmaya çalışmasını hatırlıyoruz.
Orduevi köprülü kavşağı eserin mimarı dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanını da yanına alarak Cumhurbaşkanına çıkmış, yıkılma kararını erteletebilmişti.
O gün, o duruşu gösteren iradenin benzerini, biz TOKİ ve esnafların yaşadığı mağduriyetlerin dile getirilmesinde ortaya koyabildik mi?
Abudullapaşa, Mustafapaşa ve Sürüsürü Mahallerinde TOKİ tarafında 5 kata 20 yıl geri ödemeye mahküm edilen vatandaşlar adına yine aynı bakanlık bir üst mahallelerde yapılan 15 katlı binaları yapılmasına rağmen “yatay mimari” bahanesinin arkasına sığınmanın doğru olmadığını Bakana kabul ettirebildik mi?.
Depremde ekonomik sıkıntı yaşayan esnafa, hibe kredileri başka illerde verilmesi sağlanırken, Pandemi ve depremi ağır yaşayan Elazığ’a gelen ekonomiden sorumlu Bakanlara anlatabildik mi?
Ne yaptık…
Sadece gelen Bakanların yanında poz verdik.
Ağızlarının içine bakarak gelecekte bir dönem daha seçimlerde şefaat ederler mi beklentisini düşündük
…..
Şehrin her katmanında sorumluluk alan kamu ve yerel yöneticiler, şehir adına hizmet ettiklerini düşünen kamu ve bağımsız STK’lar bir kaçı hariç seslerini çıkaramadılar…
Bizim bu basiretsizlik ve beceriksizliğimizin neticesinde ise halimizi bu olur.
Elazığ, böyle yönetilmeyi hak etmiyor…
Bir dönem “Doğu’nun Parisi” ile anılan kadim şehir eski hüviyetine dönmelidir.
Bunu yapabilmek içinde makama ve geleceğine biat gösteren değil, yeri geldiğinde yaşadığı bu şehre bedel ödeyen yöneticilerin varlığı ile mümkün olacaktır.
Bunu sağlatacak olan kesim Elazığ da bu sıkıntıları ve mağduriyeti yaşayanlar yapacaktır.
Takım tutar gibi biat kültürü bir kenara bırakılmalıdır.
Halktan kopuk, kibir ve güç zehirlenmesi ile istediğini bu şehre giydirmeye çalışanlara dur demenin zamanı gelmemiş midir.
Elazığ, bunu sağlamadığı takdirde, ufak hesaplarla meselelere bakıldığı sürece, kırık plak gibi “Sahipsiz Elazığ” modundan hiçbir zaman kurtulamaz.